RIFAT ILGAZ AZİZ NESİN
Rıfat Ilgaz’ı epeyce tanıdım, Aziz
Nesin’le hiç tanışmadım. Rıfat Ilgaz’a hemen herkes ‘hocam’ derdi. Ben resmi
anlamda hiç mektep medrese görmediğimden, hiç kimseye ‘örtmenim’ ya da hocam
demediğimden, bir türlü böyle seslenemedim kendisine. Hep okuru olarak kaldım.
Bir okur sevdiği yazardan nasıl adıyla soyadıyla söz ederse, ben de ondan hep
böyle söz ettim. (Nazım Hikmet de Nazım Hikmettir, ona da hiç Nazım demedim
örneğin.)
Tanıyanlar biliyor. Rıfat Ilgaz ‘güzel’di.
Görüntüsüyle, görüşleriyle, tavırlarıyla. Özü sözü bir insanlardandı kısacası.
Aziz Nesin’le yıllar yılı süren dostluklarını da, çekişip çakıştıkları alanları
da anlatmak bana düşmez. Canlı tanıkları var, yeri geldikçe de yazıp,
çiziyorlar zaten. Kuşkusuz bugünlerde yine bir yerlerde gözünüze çarpmıştır,
çarpacaktır bunlar. Çünkü bu iki güzel insan ölüm tarihleriyle de hemen hemen
çakıştılar. Biri anılırken diğeri de anılıyor illa ki. Kaderin cilvesi diye bir
şey sırf yerli filmlerde yok yani! O
filmlerdeki babalar gibi “Annen bir melekti, bulutların üstünden şimdi
bizi seyrediyor yavrum”lara inansam, ikisi de bu işe hınzır hınzır gülüp
birbirlerini iğneleyerek eğleniyorlardır diyeceğim ama...
...diyemiyorum tabii.
Gerçekler dururken ortada, gerçek
ötesiyle uğraşmayalım değil mi? İşte size gerçeklerden satırlar:
“Adımızla okur
karşısına çıkamadığımız yıllarda, sayıları az da olsa, ancak bizi gerçekten iyi
tanıyanlar iş verirdi. Ne yazık ki bu yıllarda, memlekete demokrasiyi getirmek
için esip gürleyenlerin partisi, söz sahibiydi. Oysa onların iktidara gelmesine
büyük etkisi olan Markopaşa mizah eyleminin içindeydik. Bu uğurda verilen
Sabahattin Ali gibi bir de kurbanımız vardı.
Milli şef döneminin
yıkılmasıyla iktidara gelen Menderes, okuduğu hükümet programında, kısaca:
“Dışardan beslenen
mizah dergileriyle de uğraşacağız!” diyordu.
Bu söz söylendiği gün Aziz Nesin, Medet’i
yayımlıyor, ben de Hür Markopaşa’yı çıkarıyordum. Dergiye o günlerde çektiğim
manşet şuydu:
“Giden Paşa’m ama
gelen Ağa’m değil!”
Düşünün bir!... iki
mizah yazarıyla uğraşmayı programa alan bir hükümet çıkmıştı karşımıza!”
Bu anı Rıfat Ilgaz’ın Yokuş Yukarı
adlı kitabının 97.sayfasından. Yokuş, şimdilerde o zamankilerin tırnağı
olamayacakların adını bile unuttuğu Babıali yokuşu...Biz bu adı gazetelerle
özdeş sayıldığı yıllarda öğrenmiştik. İlerlemeye kim karşı çıkar? Ama yenilik
salt binalarda semtlerdeyse adı değişikliktir, yeni kimin haddine? Ya da yeni,
kıçını başına, bunalımını bulantısına katıp karıştıranlarsa, doğru, yeniler
çok! Basın basın olalı böyle zulüm görmedi sanmayın. Eskiden de zalim çoktu.
Onlar hazırladı işte bugünleri, İflahını kese kese o zamanki herkesin.
“Yaşar henüz
İstanbul’un acemisi...Bindikleri çift tramvay... Yaşar ne bilsin bu
tramvayların Edirnekapı’dan Topkapı’dan geldiğini, son durağın Bahçekapı
olduğunu...Bunları bilse de kalkmak üzere olan tramvayın tabelasını kim
okuyacak!...
Yaşar Kemal,
İstanbul’un tramvayını vapurunu kolay mı öğrendi sanıyorsunuz. Hangimiz kolay
öğrendik ki... Öğreninceye kadar bu Bizans kalıtımcıları bizlere neler
çektirdiler!... Ama sonra onlar bizden neler çektiler!...” (Yokuş Yukarı,
S.: 48)
Görmeye dayanamadınız “hocam”, şimdi
onların çektirdiklerini...
Sivas sonrası demişti ki Rıfat
Ilgaz: “Her şey yalama oldu.”
...deyip, sonra gitmişti...
Antimedya, Temmuz.1999